top of page

POPÜLER YAZILAR

Açık Yara

Yazarın fotoğrafı: Batıhan KöksalBatıhan Köksal

Nasıl ölmemek gerekir?

Görsel: Dilara Demir

Aldığı darbeyi henüz idrak edemeden hızlıca İstanbul'un göbeğinden bir taksiye atladı. Taksici her zamanki gibi zaten, lokasyonu öğrendi ve taksimetreyi çalıştırdı. Arka koltuğa atladığında refleks olarak tam ortaya geçmişti, öndeki iki koltuğun arasından yolu izlemesi gerektiğini düşünerek. Hep böyle yapıyor zaten, büyük ihtimalle taksicilere karşı bir güven problemi yaşıyor. Acınası ki, İstanbul'u hala o kadar iyi öğrenemediğinden taksici onu uzun yollardan dolaştırsa bile çok anlamazdı, işi erbabına bırakırdı. Bu sefer aydınlanmış olsa gerek, tamamıyla kendini taksiciye teslim etmek üzere ortasında durduğu arka koltuktan yavaş yavaş kapıya doğru kenara kaydı ve dışarıyı izlemeye başladı. Eline maalesef aşırı fazla olmasa da kan bulaşmış, bu sefer de refleks olarak koltuğa sildi çaktırmadan elini. Nasıl olsa koltuklar pistir diye düşündü, ama bu sefer de vicdanı el vermedi. Şehir dışından en son gelişinde otobüste dağıtılan kolonyanın çantasının ön gözünde kaldığını hatırladı. Fermuarı açarken bu sefer çantası leke içinde kaldı. Problem yok, kendi çantası. Kolonyayı eline dökerken taksici görmesin diye de çaktırmadan koltuğa döktü, montuyla sıvadı, bu sefer de montuna lekeyi iyice yedirmiş oldu. Yine de koltuğun renginden olsa gerek koltuktaki leke silikleştiği için içi biraz daha rahatladı. Doğru hareket ettiği sürece yeni bir mont alabilecek vakti var sonuçta. Yol gayet güzel geçti. Yokuş aşağı giden yollarda araçta olmayı seviyordu. Kendisi kesinlikle paniklerdi ama taksiciler genellikle iyi sürücüler olduğu için içi rahattı ve kendini bir hız treninde hissetti. Bugün hissettiği en iyi şeydi bu ve "bunu arada sırf keyif için de yapmalıyım." diye düşündü kendince. Taksi ve otobüs arasında ikilemde kalmıştı çünkü problemli bir dönem yaşıyordu son birkaç gündür. En geyik muhabbeti bile sürdüremeyip konuyu derin yerlere getirip iç sıkıyordu. Hiç riske girmeyip kendisiyle kimsenin konuşmayacağı otobüse binmeyi düşündü, ama olur da dur butonu çalışmazsa veya kapı açılmazsa bu onun için gergin bir an olacaktı. Her şeyin istediği gibi gitmesi bu kadar zor olmamalıydı. Taksinin ortalama ne kadar tutacağını tahmin ettiği için gözünden ortalama bir kağıt parayı çıkarmıştı, para üstünü de beklemeyecekti. Dediği gibi de oldu. Gayet özgüvenli bir tavırla, ineceği apartmanın bir apartman öncesinde "abi müsait bir yerde" demiş, parayı uzatmış ve "üstü kalsın" diyerek 2 TL para üstünü bahşiş olarak bıraktığı için bir "eyvallah" kazanmıştı taksiciden. Çantasını da koltukta unutmadı. Zili hep unuttuğu için direkt aramayı tercih etti. Telefon çabuk açıldı, kısa bir süre sonra da apartman kapısı açıldı. Ev en üst kattaydı. İlk başta ikişer basamak olacak şekilde tırmandı ama baktı böylesi daha yorucu, emin ve ağır adımlarla çıkmaya devam etti merdivenleri. Açılan kapıdan dışarı sert bir kahve kokusu sızdı. Oturdu, az sonra arkadaşı kahvelerle geleceği için hızlıca bir tuvalete girdi, terli ve aynı zamanda kanlı t-shirt'ünü çıkardı, çantasından bir adet siyah poşet ve temiz t-shirt çekti. Kirli t-shirt poşete, yeni t-shirt üstüne, poşet çantaya. Bir süredir kahve çarpıntı yapıyordu. Hafif korkuyla baktı koyu kahveye ama sonuçta ilk yudumda da çarpıntı yapmayacağını hatırladı ve içi rahatladı. Bir yudum alıp "Oh," dedi, "nerenin çekirdeği bu?". Diğeri "Starbucks." dedi. Muhabbet istediği gibi ilerlemedi dolayısıyla. Yine kahve çekirdekleri konusunda bilgi sahibi olamadı. Sivilcesi patlamış gibi hissettiği için tuvalete gitti bir daha. Kanlı t-shirt'ünü çıkardı, çantasından bir adet daha siyah poşet ve temiz t-shirt çekti. Kirli t-shirt poşete, yeni t-shirt üstüne, poşet çantaya. İçeri geri geldiğinde diğeri telefonla konuşuyordu. Göz göze geldiler, diğeri durumu anladı. "Sen bir terasa çık hava al, kendime bi' kahve daha koyup geliyorum. Senin var mı daha?" dedi. "Var var, zaten fazla içmeyeyim çarpıntı yapıyor. Zaten senin ev de en üst kat, çıkarken kalbim patlayacak, ölüp merdivenlere yığılacağım sandım." dedi. Dediğim gibi, bir süredir düz konuları bile derinleştiriyordu. Diğeri durumu anladı. "Of, ben sana bir bira getireyim o zaman." dedi. Kahvenin üzerine biranın midesini bulandıracağını düşündüğü için bu ziyareti kısa tutmaya karar vererek diğeri mutfaktayken kapıyı yavaşça çekip çıktı. Çantasını yine unutmadı. O sırada da diğerinin telefonu çalmaya başladığı için durumu anlaması 6 dakika 43 saniye sürecekti. Apartmandan çıkar çıkmaz önüne bir taksi çıktı, atladı taksiye. Başta ilk takside yaşananların birebir aynısı yaşandı. Sonra taksici muhabbet açmaya çalıştı ama pas vermedi. Taksicinin biraz gıcık olduğunu hissetti. Kesinlikle para üstünü bırakması gerekiyordu özür amaçlı. Bu sefer lokasyonun daha uzak olmasından kaynaklı olarak, taksicinin daha da gıcık olacağını bildiği halde kulaklığını takıp müzik dinlemek istedi. Çantasının ön gözünü açtığı sırada yarasıyla bir süredir ilgilenmediğini fark etti. Hafif bir kaşıntı hissediyordu yaranın çevresinde. "İyileştiği için mi acaba?" diye aklından geçti. Normalde iyileşen yaraları kaşımaması gerektiğini bilen biriydi ama kaşıntı böyledir işte, kaşırken o kadar keyif alacağınızı bilirsiniz ki kaşımaktan kendinizi alıkoyamazsınız. Yaranın altını kaşımayı hedeflerken taksi bir hız tümseğinden hafif sertçe atlamış, bir parmağı direkt olarak yaranın içine girmişti. Panikleyecek fırsat bulamadan, bir tümsek daha. Artık parmağı çok daha derinlerdeydi. İçindeki damarların atışını artık parmaklarının çevresinde hissediyordu. Biyolojinin bir mucizesi midir bilinmez, kan akışı yavaşlamıştı. Adeta bir volkana tıpa takar gibi parmağıyla tampon yapmıştı. Tümseklere ve anlaşamadığı taksiciye teşekkür etme isteği oluştu içinde, dikiz aynasına baktı. Ne diyerek başlayacağını bilemediği için tam bir gerzek gibi baktı dikiz aynasına ve taksiciyle göz göze geldi. Hemen kafasını çevirdi ve bu başarısız iletişimden pişmanlık duydu. Plan yapmadan teşekkür edebilecek kadar inanmıştı kendine ve bu inancı boşa çıkmıştı. Yine de güzel olan, içindeki minnet duygusuydu. Taksici bilmese bile, taksici öldüğünde bu müşterisinin ondan memnun kaldığını hatta aslında teşekkür etmek isteyeceğini öğrenebilirdi bir ihtimal. Taksici şu an yaşadığı "gıcık olma" hissiyatından dolayı pişmanlık duyardı ve müşteri haklı çıkardı. Düşününce bu taksicinin başka müşterileri de aynı şekilde zor duruma sokmuş olma ihtimali vardı. Birden çok insanın vebali üzerinde olabilirdi, bundan dolayı yargılanabilirdi. Bu açıdan bakınca sessiz bir teşekkürün ona en iyi ceza olacağını düşündü. Sadece yaşattığı mutsuzlukların karşılığını alması için taksiciye içten ve içinden bir teşekkür ederek bu düşüncelerden sıyrıldı. Yaşadığı özgüven patlamasıyla önce taksimetreye, sonra camdan dışarıya baktı ve boşta olan elini cebine uzatarak cüzdanını çıkardı. "Müsait bir yerde." dedi, taksimetredeki ücretin büyük çoğunluğunu kağıt parayla verdi, üzerine de biraz daha cebelleşerek çıkardığı 2 TL bozuk parayı da vererek tüm hesabı kapatmış oldu. Kapıyı açtı ve çıktı. İnce yağmur damlaları güzel bir serinlik vermişti ve erkenden inmiş olması bu yüzden onun için bir nimet olmuştu. Zaten taksiciyle bir ton gerginlik yaşamıştı, bunları kafasında derleyip toplaması için kendine vakit ayırması lazımdı. Gerçekten yolunun daha çok olduğunu fark etti ve kendini bir anlığına da olsa seyyah gibi hissettiği için mutlu oldu. Saniyeler içinde de çantasını takside unuttuğunu fark etti. Çantasız bir seyyahın çok yaşama şansı yoktu. Seyyah değil, olsa olsa berduş olurdu. Gerçek bir seyyah, gerçek bir gezgin, şu büyük çantalardan birine sahip olur, suyundan tut kıyafetlerine, konserve yiyeceklerden uyku tulumuna kadar her şey de içinde olur. Kafasındaki seyyahtan çok uzaktı. Sonra baktı ki seyyahlığı bu kadar kolay kendine yakıştırmasında zaten bir saçmalık vardı. Türkiye'de toplamda 6-7 farklı şehir gezmişti, birkaç kez de ucuz festivallerde çadırda kalmıştı. Her şey olamazdı ve her şey olmaya çalışan insanlara ya gıcık kapardı, ya da imrenirdi. Kafasından bunlar geçince de ister istemez şehir dışında tanıştığı biri geldi. Kendisine "jack of all trades, master of none" diye bir tanımı öğretmişti. "Her işi ortalama seviyede yapan kişi" olarak tanımlanmayı kendine yakıştırmıştı, ama baktı ki bazı işleri ortalama üstü seviyede yapıyor, bu tanımdan ayrılmak zorunda kaldı. Bu kötü bir şeydi, çünkü tek ve havalı bir cümlede tanımlanabilmek kendini bir bütün gibi hissettirmişti ve bu hissiyata çok hızlı alışmıştı. Sonra yine kendi kendine bu tanımdan ayrılmak zorunda kalmıştı. Rastgele tanıştığı birisi yüzünden kafasında soru işaretleri kalmıştı. Sanki bu durum zaten hayatının özeti gibiydi. Devamlı birileriyle tanışıyor, bu yeni karaktere karşı her defasında hayrete düşüyor, kafasında soru işaretleri yaratıyordu. Hayatının sonuna kadar birileriyle tanışıp kendine soru işaretleri çıkartacağını fark edince oldukça tadı kaçtı. Sorular yaratmazsa çok daha net bir insan olurdu. Konuşma şekli çok değişirdi. Belki konuşurken herkesi eğlendiren ve sadece anı yaşayan insanlar bu yöntemi izliyordu. Bir süredir her geyik konuyu derin yerlere getiriyordu ve bir süre sonra iç sıktığını düşünüyordu. Her defasında kafasını kaldırıp etrafında oturup onu dinleyen, içini tükettiği insanlara bakıp yalandan bir özür diliyordu yaşattığı tatsız muhabbet için. O ayıp olmasın diye özür diliyordu, diğerleri de ayıp olmasın diye böyle derin bir şekilde konuşmanın iyi geldiğini söylüyorlardı. Haklı olma ihtimallerine tutunuyordu çünkü gerçekten de insanlar bir aradayken bomboş şeylerden konuşuyorlardı, hatta bazen hiç konuşmuyorlardı. Ne hakla olduğu tartışılır, ama insanları derin düşünmeye iten biri olarak görüyordu kendini bu açıdan baktığında. Kendisinden memnun muydu değil miydi ona karar vermek zor, ama başka birisi olmak konusunda her zaman bir meraka sahipti diyebiliriz. Düşünmeye ara verdiği sırada, bu kadar süredir yanında park halinde bulunan taksiye binen çiftin kapıyı kapadığını gördü, taksi hızlı bir kalkış yapınca da takside unuttuğu çantası için çok çabalamadan da olsa koşmaya başladı. "Öndeki taksiyi takip et!" demek için doğru zamandı, belki de hayatındaki en doğru zamandı. Koşarken arkasına baktı boş bir taksi geliyor mu diye, ama yol bomboştu. Yetmezmiş gibi kafasını çevirdiği an dengesini kaybetti (zaten arkaya bakarken koşabileceğine ne diye inanmıştı ki), ve ayakları birbirine takıldı. Boşta olan eli düşüşünü yavaşlatmaya yetmedi. Düşerken yere uzattığı elinin üstüne ters bir şekilde düştü, suratını sert kaldırıma çarptığı için gözlüğü kırıldı, burnu kırıldı, yokuş aşağı bir kaldırım olduğu için de koşma hızıyla beraber hafifçe sürüklendi ve yanağı parçalandı. Yetmezmiş gibi yüzüstü yerde yatarken eli tümüyle beraber yarasının içine girmiş ve refleksle beraber bir iç organını kavramıştı. Facia bir haldeydi. Boşta olan ve aynı zamanda artık kırık veyahut çatlak olan eliyle yeri ittirdi, dizlerinin üstünde doğruldu. Tek bacağını öne attı, diğer bacağını öne attı ve iki ayak üzerinde durmayı başardı. Çantası yanında olsa da artık bir şey değişmezdi zaten. Yedek t-shirt'ü yoktu, olsa da giyemezdi. Çantasından yepyeni bir vücut çıksa bile eski haline dönemeyecek kadar kötü, mutsuz ve amaçsız hissediyordu. Neyse ki bu rezaleti kimse görmemişti. Herhangi bir kayıt veya tanık olmadığı için bunu havalı bir an olarak hatırlayabileceğini ve anlatabileceğini düşünerek kendini rahatlattı.

Evrene iyi enerji yolladığı için evren onu ödüllendirdi. Aslında tam da gelmek istediği yere geldiğini fark etti. Hava da kararmıştı artık zaten. Çok iyi denk geldiğini düşündü. Apartman kapısı her zamanki gibi açıktı. Merdiven de çıkmayacaktı, giriş katında oturmanın faydaları. O mutlu oldukça hayat sanki iddiayı bir tık daha yükseltip hayatı daha iyi bir hale getiriyordu. Öngörülü bir insan olduğu için bugünün zorluğunu tahmin edip kapıyı kitlememişti. Anahtarı az bir uğraşla takıp çevirmesiyle kapı ardına kadar açıldı. İçini sonradan boşaltmak üzere çantasını sırtından çıkartıp salona fırlattı. Tuvaletin kapısına varamadan yere yığıldı ve orada kanlar içinde can verdi.

Comentarios


SON YAZILAR

bottom of page